Kategoriler
Genel

postal

Aslında bütün istediği üstü bez altıkauçuk olan yeşil bir postal almaktı.Çarşıya indiğinde girmediği dükkan kalmamıştı. İstediği gibi bir parçayı bulması zordu. Kime sorsa bambaşka modeller gösteriyordu. En sonunda girdiği bir mağazada yer altı çarşısında merdiven altında bir kunduracının olduğunu söylediler. O zaman biraz umut doğdu içine. Aradığı şeyi bulabilirdi.

O gece arkadaşları bir parti organize etmiş o da o partiye katılmaya karar vermişti. Yıllarca giydikleri için onu dışlamışlar ve son zamanlardaki değişimiyle tekrar aralarına almışlardı. Ama onlara bir şey göstermek istiyordu o kendi gibi olmayı seçmiş ve bunu onlarında görmesi gerekiyordu. 

Akşama zamanı vardı ama aradığı postal onun için nemli bir simgeydi onu bulmadan gitmek istemiyordu.  Koşar adım yer altı çarşısına indi. Aşağısı oldukça büyük ve kalabalıktı. Merdiven altında demişlerdi ama hangi cephede olduğunu sormamıştı. Gözünde bir süzdü içeriyi sonra sağdan başlamaya sonra da sola geçmeye karar verdi. Sağ taraftaki merdivenleri bitirdiğinde bir saati devirmişti. Ve maalesef ki her sorduğu dükkan bir sonraki merdiven altında olduğunu söylüyordu. Sabırlıydı o postalı bulana kadar arayacaktı. Sonra sol tarafa geçti. Birkaç merdiven altından sonra sonunda aradığı yeri bulduğunu anladı.

İçeride yaşlı bir amca elinde çekişle bir topuğun altına tak tak tak diye vuruyordu. O da kapıya vurdu tak tak tak…

Buyur kızım dedi yaşlı adam.

Merhaba ben yeşil bir postal arıyorum. Üzeri bez altı kauçuk olacak.

Bir nefeslenseydin güzel kızım dedi yaşlı adam kızın aksine sakince.

Kız utandı girişinden dolayı yanakları kızardı. 

Kusura bakmayın bir yere yetişeceğim o yüzden.

Neden yeşil?

Neden yeşil mi?

Evet neden yeşil istiyorsun?

Ağzını açtı ama konuşamadı kafası karışmıştı. Hayatında ilk defa duymuş gibi kala kalmıştı. Şimdiye kadar sorduğu hiçbir ayakkabıcı bunu sormamıştı. Ama zaten o biliyordu neden yeşil istediğini. 

Üzerimdeki kıyafetlere uyacağı için. Diye çıktı ağzından.

Yaşlı adam yine kafasını kaldırmadan sence kırmızı uymaz mı? Deyiverdi.

Amcacığım elinizde var mı yoksa ona göre başka yere bakacağım. diye sinirlenmeye başlamıştı 

Elimde olup olmaması değil ama esas senin neyi isteyip istemediğin önemli dedi yaşlı adam hiç istifini bozmadan.

Olay gittikçe değişik bir hal almaya başlamıştı.

Ben yeşil istediğimden eminim ama size neden kırmızı istediğimi hissettirdim onu anlayamadım.

Yaşlı adam ayağa kalktı elleriyle oturduğu yerden destek alarak, hatta etrafını yoklayarak arkaya doğru yürümeye başladı.

işte o anda kız şaşırmıştı çünkü az evvel kapının önünde daha hiç sesini çıkarmadan sadece kapıya vurduğunda ona buyur kızım diyen adam kördü ve yeşil istediği ayakkabıyı niye kırmızı istemiyorsun diye soruyordu kafası karıştı. Olduğu yerde kala kaldı adam içerden geri döndüğünde bir elinde yeşil bir postal elinde diğerinde parlak kırmızı bir botla döndü. Kırmızı öylesine güzeldi ki kızın gözleri yerinden oynadı. Hiç hayatında böylesine güzel bir bot görmemişti.

Şimdi tekrar soruyorum neden yeşil ve niye kırmızı değil?

Kız iyicene allak bullak olmuştu.

Kafam karıştı. Aslında eminim yeşil bir postal almak istediğime ama bu gösterdiğiniz kırmızı beni benden aldı.peki siz çok özür dilerim ama körsünüz sanırım renkleri nasıl ayırt edebiliyorsunuz? adam gülümsedi 

Herkes kördür ama isterlerse bir gün gözleri açılır. 

Kız iyicene şaşkına dönmüştü peki ben o zaman ikisini de alabilir miyim? dedi adam başıyla onayladı “istediğini seçersin” diye de ekledi.

Adam içerden diğer pabuç pabuçların diğer teklerini getirdi ve kız iki botu da alarak dışarı çıktı. Yeraltı Çarşısı’nda olduğunu fark etti. Nasıl gelmişti buraya bir anda her şey aklımdan uçup gidivermişti. O sırada arkadan bir ses duydu yaşlı kör ayakkabıcı yine bir topuğa tak tak tak diye elindeki çekiçlevuruyordu. O an kendine geldi evet yeşil postalları almak için yeraltı çarşısına inmişti sonra sağdaki merdivenleri fark etti artık yukarı çıkması gerekiyordu. Üstelik elinde şimdi hem yeşil bir postal hem de kırmızı bir bot vardı. Bir an dışarı adım attığında gözleri kamaştı. Uzun süre aşağıda kalmış olmalıydı. Gözlerini kıstı ama görebiliyordu. Yaşlı adamın dediği geldi aklına “Aslında hepimiz körüz…”

Kategoriler
Genel

mektup

Hep birlikte koştura koştura postaneye gelmişlerdi. Dokuz taneydiler. Bir gece önce evlerinin sokak kapısının altından bir not atılmıştı ve notun üzerinde Ali Özgür’e iletilmesi gereken bir mektup olduğu yazıyordu. İşte bu yüzden de babaları hariç evdeki tüm Ali Özgür’ler postaneye gelmişti.

İçlerinden biri sözcü olmayı kabul etti ve bankoa yaklaşıp yaşlı adama seslendi. 

Efendim iyi günler dilerim.

Buyur oğlum

Benim adıma bir mektup gelmiş olmalı onu almaya geldim.

Tamam ismini söyle bakalım dedi postacı. O an çocuk duraksadı ne yapacağını şaşırdı.

Şey aslında diyerek arkaya el etti ve kardeşlerini çağırdı içeri. Adam şaşkın şaşkın bakıyordu.

Dün bize gelen bir notta Ali Özgür adına bir mektup olduğu yazıyordu. Bizde hangimize geldiğini bilemediğimiz için hep birlikte geldik.

Postacı daha da şaşırmış gözlerini belertmiş içeri girenleri sayıyordu bir yandan.

Bu ali ihsan özgür

Bu ihsan ali özgür

Bu ali osman ihsan özgür…

Dur dur tamam diye biraz yüksek bir sesle inledi postacı.

Oğlum siz hepiniz nesiniz?

Şey biz kardeşiz.

Tamam anladım da isimleriniz hep böyle mi?

Evet bu…

Tamam tamam anladım. O zaman mektubu bir bulayım önce umarım üzerinde ikinci adı da yazmıştır gönderen. Gözlüğünün üzerinden çocuklara bakıp, hatta diğerlerini de. dedi ve içeri gitti.

Çocuklar beklerken aralarında mektubun kime gelmiş olacağına dair yorumlar yapmaya başlamışlardı. Herkes kendine gelmesini istiyordu. O sırada postacı elinde bir mektupla geldi.

Hep bir ağızdan kimeymiş diye sordular. Adam şaşkındı. Mektubun üzerinde sadece Ali Özgür yazıyordu. Ne diyeceğini bilemedi. Bir süre mektuba baktı.

Adı sadece Ali Özgür olan var mı içinizde? Diye sordu.

Çocuklar şaşırmışlardı. Aralarında isimlerini tekrarlıyorlar ama sadece aliolanı bulamıyorlardı. İçlerinden birisi söz istedi ve postacıya döndü.

Efendim hepimizin isimleri karışık gelebilir ama evde bizi Ali diye çağırırlar.

Postacı ne yapacağını düşünüyor bir yandan da içler acısı duruma kendi kendine gülüyordu. Sonunda kararını verdi.

Şimdi çocuklar anlıyorum ki bu mektup içinizden birine gelmemiş. Adı sadece Ali olan birine gelmiş. Evde sizden başka biri var mı?

O sırada çocuklardan biri babam dedi. Babalarının adı sadece Ali Özgürdü. O zaman mektup babalarına gelmiş olmalıydı. Teşekkür edip çıktılar dışarı ve babalarını aramaya koyuldular. Önce çalıştığı demir yolu inşaatına gittiler babaları orada yoktu. Bir süre orada beklediler ama babaları gelmedi. Sonra eve gitmeye karar verdiler. Eve vardılar orada da yoktu. Bir süre verandada yayılıp beklemeye koyuldular. Artık hava kararmaya başlamış geceye dönmüştü ama babaları yoktu. Uykuları geldiğinden sabahı beklemeye karar erip odalarına çekildiler.

Ertesi sabah erken bir vakitte kapıları çalındı. Hepsi birden o sese odaklanmış gibi kapıya fırladılar. Fakat gelen babaları değildi. Ama babalarına çok benzeyen hatta sanki onun kopyası gibi görünen biraz daha genç bir adamdı. 

Sen kimsin diye hep bir ağızdan seslendiler. Gelen adamda şaşkın şey ben Ali Özgür deyiverdi. Hepsi şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklardı.

İçeri giren genç adam herşeyianlattığında konu ortaya çıkmıştı. Bu genç adam babalarının çocuğu onlarında ağabeyiydi. Bir iki gün önce bir not almış ve burada ona ait bir mektup olduğunu öğrenmiş onun için gelmişti.

Herkes şaşkındı çünkü bu not onlara büyük büyük dedeleri Ali den gelmiş, içinde varoluşa dair bir buluşun olduğunu ve bu mektubu alan kişinin kendi yolculuğunu tamamlayacağını biliyorlardı. Hepsi üzülmüştü. Büyük mucit dedelerinin mirasının hiç tanımadıkları ağabeylerine gittiğine inanamıyorlardı.

İstemeye istemeye postanenin yolunu tuttular. İsmi sadece ali olan kişi mektubu alacak onlara da bundan bir pay verecek olmalıydı diye ümit ettiler. Postaneye vardıklarında ali içeri girdi ve mektubu alarak dışarı çıktı. Hepsi heyecanla bekliyordu. Ali mektubu açtı ve okumaya başladı. Sonra biraz duraksadı. Mektubu katladı cebine koydu. Hepsi içine düşecekmiş gibi ona bakıyordu.

Büyük büyük dedemiz Ali, bu mektubu sadece bana yazmış çocuklar üzgünüm. Varoluş sebebini ararken kapıldığı girdaptan çıkmanın yolunu anlatmış. Ama hepinizin bir sırası varmış ve beklemeniz gerekiyormuş.

Çocuklar ağızları bir karış açık kalakalmışlar. Ali çantasını sırtına atıp geldiği gibi gitmiş.

Kategoriler
Genel

Bölünme

 

ALİ, içeri girdi ardından kapıyı kapattı. Bu teklifi düşünmeliydi. Çok ihtiyacı vardı bu paraya ama istediklerini yaparsa bütün hayatı değişecekti. Neyi ne kadar değiştirmek istiyordu bunu sordu kendine. Peki o yapmazsa kim yapacaktı? Karar vermek için sadece beşdakikası vardı. Derin bir nefes aldı. Odanın kapısını açtı,adımını attı, kapıyı aralık bıraktı. Her kimse; ondan sonra biri buraya karar vermek için girecekti nasıl olsa. Ona bir not bırakmıştı. Öbür odaya geçti ve yapmayacağını söyledi.

 

NEJAT, Kapı aralıktı, içeri girdi. Burada düşünebileceğini söylediler. Odalar falan ne gerek vardı ki? Beş dakikaya ihtiyacı yoktu zaten. Bunu yapacaktı.Onun için sıradan bir şeydi bu. Oturduğu ahşap sandalyeden kalktı. O sırada yere bir kağıt düştüğünü gördü. Önemsemedi önce. Bir iki adım attı. Tutamadı kendini, eğildi aldı kağıdı. İsmi yazıyordu kâğıdınüstünde. Her satırını dikkatlice okudu. Odanın kapısını kapadı. Üç dakikası daha vardı.

 

Top sahası köydeki meydanın tam ortasındaki kahvehanenin sağında kalıyordu. Toprak zemini, köy halkı çocuklar için ayırmış onlara alan bırakmışlardı. Tüm köyün büyüklerinin toplandığı mekanın yakınında olması, çocukların onların kontrolünde olmasını da sağlıyordu. Böylece çocukların özgürlüklerini ilan ettikleri alan aslında büyüklerin de kontrol merkezi oluyordu. Her ailenin önceliği okul sonrası oyundu. Bundan sebep ki çocuklar için okulların tatile girmesi top sahasının hakkını vererek tadını çıkarma zamanı oluyordu. 

 

Haziran’ın son günleriydi. Okulların kapanmasına üç gün kalmış, çocuklarının gözleri parlamaya başlamıştı. Köylüler üç gün içinde top sahasının eksiklerini tamamlayacaktı. Birkaç gün sonra bu meydan çocuk cıvıltıları, neşesi ve heyecanıyla dolacaktı.

 

O büyük gün geldi çattı. Okullar kapanmış, çocukların hepsi tatilin tadını çıkarmaya hazır top sahasında buluştular. Takımlar ayrıldı, Kaleciler seçildi ve oyun başladı. Beş dakika geçmemişti ki Ali ile Nejat birbirlerine girdi. Gözleri masadaki okey tahtasında, kulakları çocuklarda olan büyükler hemen dikkat kesildiler. 

Oyunu yarıda kesen çocuklar, birbirlerinden hiç ayrılmayan, sıkı dost olan Ali ile Nejat’ın bu nedensiz kavgasını izlemeye başladı. Araya girmeye çalışan bazı çocuklar tekme ve yumruk darbesiyle zarar görmeye başladığında büyükler de ayaklandı. 

Teker teker masalarından kalkanlar top sahasına koştu. Hepsi kavgaya tutuştu. Çok geçmeden kim kime vuruyor, kim kimi koruyor toprak zeminde hepsi bir toz bulutuna karıştı. İşte o gün ikiye ayrıldı köy: Ali’yi tutanlar ile Nejat’ savunanlar. 

 

Köyün en yaşlısı ıslık çaldı. 

O anda herkes olduğu yerde durdu. Bir sonuca varmak güçtü artık. Havada dönen toz bulutu sakinlemiş, toza bulanan herkes üstünü başını silkelemeye başlamıştı. İki tarafı da dinlemek anlamak istiyordu dede ama ne zaman birine söz vermeye kalksa diğer taraf bulaşıveriyordu olaya. “Bu böyle olmaz. Herkes sussun, düşüneceğim,” dedi ve bir taşın üzerine oturdu dede. 

 

Aradan ne kadar zaman geçti kimse anlamadı. Kimine günler gibi geldi, kimine dakikalar gibi. 

Bir kural vardı bu köyde dedenin söylediğininüzerine kimse söz söyleyemezdi. Sabırla beklediler. Dede ayağa kalktığında içleri rahatladı çünkü bir çözüm bulmuş olmalıydı. İki grubun tam ortasına geçti dede. Elindeki asasını yere vurdu.

“Bu köyün birliği bozulmuştur artık bundan ötürü köyü ikiye ayırıyorum,” dedi.

Herkes fısıldaşmaya başlamış ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonra içlerinden biri cesaretini toplayıp elini kaldırdı. 

“Saygıdeğer dedem ne demek istediğini anlamadık.!” “Hesap kitap yapmam lazım. Biraz daha bekleyeceksiniz. Yarın bu saatte size her şeyi açıklayacağım,” dedi dede ve yine aynı taşın üzerine oturdu. Beklemekten başka çare yoktu herkes olduğu yere çömeldi. Köyün çocukları, babaları ve anneleri tüm köy top sahasının ortasında oturmuş yarını beklemeye başladı.

 

Gün battı, gün doğdu ardından herkes akşamüzeri saat beşi bekledi. Kimse yemek yemedi, su bile içmedi. Arada fısıltılar oluyor ama dededen korkularına yükseltemiyorlardı seslerini. Tam zamanında dede oturduğu yerden ayağa kalktı ve elindeki asasıyla köyün tam ortasından bir çizgi çekmeye başladı. 

“Bu andan itibaren bu köyü ikiye bölüyorum. Herkes seçtiği tarafta kalacak ve bir daha bu çizgiden öteye, diğer tarafa geçmeyecek,” dedi. Herkes şaşkın birinin evi öbür tarafta kalmış, birinin tarlası, birinin kardeşi ama kural bu kimse dedenin lafının üzerine laf söyleyemeyeceği için istemeye istemeye kabul etti. İlk başlarda zorlanan köylüler zaman içerisinde köyün tam ortasında görünmez bir duvara yasladılar kendilerini. 

 

Her iki çocuğun ailesi, biri diğerinin ayarttığını, öbürü öbürünün ayarttığını söyleyip birbirlerini suçluyorlardı. Oysa kimse çocuklara, “Neden kavga ediyorsunuz?” demeyi düşünmemişti. Ali ile Nejat’ın birlikte geçirdikleri yedi yıl böylece sonlandı. Artık asla birlik olamayacaklardı. Köyün ortasındaki boş arazi; top sahası bile ikiye bölünmüştü. Ortada öyle bir duvar oluşmuştu ki inanılmaz büyük, kalın ve görünmezdi. Her iki tarafta birbirlerini görmüyorlardı. Duvara kadar gelenler olsa bile, hiç de farkına bile varmadan geri dönüyor yolunu değiştiriyordu. Sanki aralarında kilometrelerce mesafe varmışçasına iki köy ve iki çocuk olmuştu artık.

 

Çıkan bu arbedede kimsenin fark etmediği çok önemli bir şey daha vardı. Çocukları karıştırmışlardı. Biri diğerinin, öbürü berikinin çocuğunu almıştı bu duvarı örmeden önce. Her iki ailede bunu fark etmedi, sorgulamadı hatta belki önemsemedi bile.

 

Ali ile Nejet’ın hikayesi işte tam da buradabaşladı. Her ikisi de günün aynı saatinde, aynı yerde duvarın aynı yerinde buluşurlardı. İkisi de birbirini göremez ve birbirini duyamıyordu ama elleriyle birbirlerini arıyorlardı. 

 

Her ikisi de her gün duvarın önüne gidip bir diğerinibekliyordu ama bir türlü karşılaşamıyorlardı. Bu karşılaşmamalar onları umutsuzluğa sürüklüyordu. Ali bu duvarı aşabiliyorsa Nejat da aşabilirdi diye de düşünmeden edemiyordu. Bütün bu hesaplamaları yaparak düzenli bir şekilde duvara gidip Nejat ile konuşuyor ve köyde olup biteni bıkıp usanmadan anlatıp duruyordu.

“Benimkiler hala benim kendi çocukları olmadığımı anlamadılar. Seninkiler ne yaptı merak ediyorum? Sen bir yolunu bulmuşsundur muhakkak ki. Ben ses çıkarmıyorum şimdilik. Fark etmek mi? Yok canım nerede beni göreceklerini sanmıyorum. Duvarı ne zaman aşarız bilemiyorum ama sanırım duvar delinene kadar böyle idare edeceğiz seninle. Gözlerinden öperim. Sevgiler Ali.” 

Küçük aklıyla konuşuyor sonunda da mektup bırakır gibi bitirip ismini söyleyip ayrılıyordu duvarın yanından. Günler geceleri kovalaya dursun köy halkı her şeyealıştığı gibi bu duruma da alışmış hatta yaşandığını bile unutmuştu.

 

Ali, küçük yaşına rağmen kıyafetine çok özen gösterir, çorabı ile fanilasının aynı renkte olmasına dikkat ederdi. Özellikle yemek masasındaki düzen onun için neredeyse takıntı halindeydi. Birçok kez bunun yüzünden tek başına yemek yemeyi tercih ederdi. Beyazmasa örtüsünün üzerinde, düz tabağı, çorba tabağı, salata kasesi, bardağı, çatalı, bıçağı, kaşığı ve mutlaka bez peçetesiyle. Etrafındaki herkese yardım etmeyi severdi. Özellikle birilerine faydalı olmak onun için kendini iyi hissetmesinin sebebiydi. Fatma Teyze pazardan mı geliyor, Ali hemen orada biter torbaları kavrar evine kadar taşırdı. Hulusi Amca karşıdan karşıya mı geçecek hemen koluna girer, yardım ettiğini çaktırmadan biraz da sohbet ederek onu karşıya geçirirdi.

 

Duvara olan özlemi onu yiyip bitirmeden duvarı delebilmek için her yolu denemeye kararlıydı. Duvarın önünde Nejat ile yaptığı sessiz sohbetlerin gücü onu daha da bir dikleştirirdi hayata karşı. Öbür tarafta olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal ediyor hatta bazen rüyalarında kabusa dönen hayatlar yaşıyor ve her seferinde her ne olursa olsun bu yatakta uyandığı için şükrediyordu. Duvarı delme isteği aslında Nejat’ı görmekten çok kaybettiği hayatının nasıl bir şey olduğunun merakıyla harlanıyordu yüreğinde. Sadece gökyüzüne baktığı zaman hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu hissediyordu. Zaman zaman hava iyice karardıktan sonra boş arazideki top sahasına gidip yereuzanıp gökyüzünü seyrediyordu. Yıldızları gördüğünde biraz olsun içi rahatlıyordu. Duvarın ardında da aynı gökyüzü olmalıydı.

Ali’nin okul hayatı zamanının büyük bir kısmını almaya başlamıştı. Tam o sıralar tanıştı Zeynep ile. Kimya dersinde beraber aynı takımda oluyorlardı. Zeynep, yeşil gözlü, simsiyah saçlı, esmer tenli, ince uzun bir kızdı. Gözleri öylesine büyüktü ki bazen onun çizgi filmlerden geldiğini bile düşünüyordu Ali. 

Köyde şifacılar çoktu, birçok otu karıştırıp birçok ilaç yapıyorlardı. Ali de bu işi yapmak istiyordu. Kimya derslerinden aldığı bilgi onu daha da iyi bir karıştırıcı yapıyordu. Mahalledeki şifacılara takılan ad buydu. ’Karıştırıcı’

 

Bazen Zeynep ile geçirdiği zamandan dolayısuçluluk duyduğu da olmuyor değildi. O burada olmasaydı Nejat burada olacaktı. Belki de Zeynep onunla olmak isteyecekti. Büyüdükçe aklında sorular çoğalmaya başlamıştı. Yaşı yol aldıkça sorumlulukları artmaya başlamış duvara daha az gider olmuştu. Kaçırdığı hayatını mı istiyordu yoksa yaşadığı çalıntı hayatı mı? 

 

Bütün bunlar neredeyse tam yirmi beş yıl önceydi. Şu odanın içinde beş dakika da nasıl da aklı gitmişti oralara. İlk defa kim olduğunu kabul etmesi gerekiyordu. Bir tarafı beyaz, bir tarafı siyahtı. Hangi tarafının bu işe bulaştığını bilmiyordu ama sonuçta buradaydı. Her şey o kimya dersleri ile başlamıştı. Kendini ne kadar kandırsa da gerçekte kim olduğunu biliyordu. Kimya dersine giren aklı, top sahasında dersi kıran bedeniydi. Ama zekiliği konusunda kimsenin şüphesi yoktu. Bu kirli işlere bulaşmıştı bir kere. Şimdi bu odada Ali olsaydı bu işiyapmayacağım diyecekti. Ama Nejat zaten bu işin içindeydi düşünmesine bile gerek yoktu. Oysa o Ali Nejattı…

 

Odadan Ali olarak çıktı ve adamlara bu işi yapmayacağını söyledi. Nejat olarak da içeri tekrar girecekti. Ve o zaman işi kabul edecekti nasıl olsa. Yaşamak istediği hayat ile yaşayamadığı hayat arasında sıkışmıştı işte. Ali notu sandalyenin altına sıkıştırmıştı. Nejat’ı ancak böyle uyarabilir ve kurtarabilirdi. Eğer notu bulacak olursa hayatının geri kalanını birlikte yaşayacaklardı. Nejat’tan çaldığı hayatı böylelikle geri vermiş olacaktı. 

 

Odadan çıktı az sonra tekrar girecekti kapıyı aralık bıraktı. İkinci girişi Nejat olarak olacaktı. Kapıdan bir adım attı ve notu bulmasını diledi.

 

Nejat notu elinde tutarken aslında kim olduğunu anlamanın verdiği şokla dehşete kapılmıştı. Çünkü biliyordu artık bir tarafı bir tarafını çalmıştı. Onun adı Ali Nejat’tı… Annesi ve babası ayrıldığında onu ikiye bölmüşler ve o yaşamak istediği hayatın içinde çalınmış bir hayatı da yaşamıştı. Kapıyı kapatıp tekrar sandalyeye oturdu. Buradan çıktığında kabul etse de etmese de aynı şeyi yaşayacaktı. Kader çarpışmıştı bir kere.

Kategoriler
Genel

iki tekerlek

 

Her şeyden çok istediği o iki tekerlek çitlerin yanında duruyordu. Günlerce ağlamış aldırmak için çok uğraşmış ve sonunda kavuşmuştu. Oysa ailesi dört tekerlek ile daha güvende olacağını düşünüyordu. Ama o kendinden öylesine emindiki iki tekerlek ile başarabileceğini biliyor ve özgürlüğün tadına varmak istiyordu. 

 

Gözlerini açtı aşağıya indi, daha mutfağa geçmeden beyaz çitlere dayalı iki tekerlekliyi gördü. İnanamıyordu, gerçekten almışlardı. Şimdi o toprak yolda yemyeşil ağaçların arasında özgürce uçabilecekti. Koşarak dışarı çıktı. Oesnada takıldı ayağı, çitlere uzanan parke taşlarının arasına. Bileği bir tanesinin çukuruna girmişti. Canı yandı. “Olsun” dedi içinden. Kafasını kaldırdığında acısı heyecanına yenik düşmüştü. 

 

“Biraz bekle” diye seslendi babası. Ama onun bekleyecek zamanı yoktu. Nefes nefese yanına vardığında, gidon ellerine değdiğinde soğuk demirin içinde bıraktığı his ayağının acısınızıplattı. “Olsun” dedi yine. Bir hevesle üzerindeydi işte. Toprak yola çıkmış özgürlüğün tadını çıkarıyordu. Küçük bir taş, küçücük bir an tekerin içine giriverdi. Sonrası topuğunun acısını hissetti o soğuk, demir tekerin içinde. Gözleri karardı…

 

Gözünün alabildiğine uzanan yeşilliklere ve aralarındaki yeni yeni çıkmış papatyalara bakıyordu. Baktıkça içi açılıyor, içini koşturuyordu o kocaman dünyanın içinde. Yeşilliğin içinde kayboluyor, düşüyor, kalkıyor sonra kendini yeniden atıp gökyüzünü seyrediyordu. 

 

Küçüktü, içinde sadece sevginin büyüdüğü küçük bir yürek. Çitlerin kenarındaki mavi bisikletine atlıyor, alabildiğince uzanan toprak yolda, yeşilin her tonuyla ağaçlara şarkılar söylüyordu. Gözleri,elleri, ayakları özgürdü, bütün bunları ise odasının küçücük penceresinden dışarıyı seyrederken yaşıyordu.

 

Sonra hava kararıyor istemese de elleriyle, yeni yeni alışmaya başladığı tekerlekli sandalyesinin tekerini çeviriyordu yatağına doğru. Soğuk demir eline dokunuyor, az evvel koştuğu o kocaman dünyadan uyandırıyordu onu. Oysa o daha yatağa girecek bir sonraki günün hayalleri için uyuyacakken. Oysa o tüm bunlardan uyanmak isterken…

Kategoriler
Genel

Pasaklı Pakize

Pasaklı Pakize

Bugün nasıl başlayacak diye düşünmeye başlamıştım ki ayak seslerini duydum. Yavaş yavaş yaklaşıyordu. Hazırlamaya çalıştım kendimi o her tarafı küf kokan kokuya ama nafile gelmişti bile başıma.

Ocağın altını yaktı, tabii doğrusunu bulana kadar bütün düğmelere o kirli elleriyle dokunarak. Doğruyu bulduğunda ise bütün düğmelerin üzerinde bir gün daha bir önceki gün, hatta daha da önceki günlerden kalan lekelerin üzerine bir tanesi daha eklendi. Pasaklı Pakize! diye bağırmak geldi içimden ama yapmadım.

Tepemde duruyordu işte. Her bir parmağı ayrı bir reçele batmış gibi yapış yapış dokundu koluma. Tanrım yardım et. O yapışıklık ve pislik her dokunduğunda içime işliyor sanki. Yapış yapıştı iyice kavradı eli bir daha üzerimden çekilmeyecek sandım bir an. Tepemdeki tülü kaldırdı. Her gece koyuyordu bu tülü. Haftaların verdiği o küflenmiş, demlenmekten içi çıkmış çay poşetleri koktu her yer. Diğer kolumu tuttuğunda ise artık yapacak hiçbir şeyim kalmamıştı.

Lavabonun içinde tabak çanak, çatal bıçak yığının arasını açtı önce. Kaç günlük kül tabağı vardı bilmiyorum. Küf kokusuyla izmarit kokusu karışmış artık başımı döndürüyordu. Bir anda aklına başka bir şey geldi koyuverdi beni tezgaha. Ne de olsa bir çaydanlıktım. Ne olursam olayım bu pisliği görmeyeceğim anlamına gelmiyordu tabii ki.

Yanımda dibi yanmış bir tencere, solumda kuruyemiş kabukları taşmış bir küçük çerezlik. Su sesi geldi, aklı sıra temizlik mi yapıyor diye şöyle bir heveslendim. Ama içimden çıkardığı çay poşetlerini sudan geçirip tekrar içime atmaz mı? Tek elini cebine soktu sigarasını yaktı. Yarısı uzamış yarısı kırılmış tırnaklarının arasından sigaranın dumanı çıkıyordu. Birazdan külü de yere düşecek ve o da ayağıyla iteleyecekti düşeni. Ve hep böyle devam edecekti.

Kategoriler
Genel

Bir avuç

Tezgahın üstüne döküldük bir anda. Kocaman ellerini gördüm önce. Bir elini aşağı doğru tuttu. Sonra görüşümden çıktı. O arada diğer elini gördüm yana yatırmış toparlar gibiydi. Sonuçta bir avuçtuk. 

Kahve içecek ya sabahları, işte bizde o cezveye dökülen bir kaşık kahvenin tezgaha dökülen bir avucu olduk. Sonra yan yatırdığı eliyle hop tezgahın kenarına dayadığı avucunun içine attı bizi. 

Bir avuç kahve lavabonun içinde hop gidiverdi.

Kategoriler
Genel

Duman

Hepimiz sessizdik. Ne zaman geleceğini bekliyorduk. 15 tane var ya da yoktuk. Herkes kulak kesilmişti. O sırada ilk ben duydum ayak seslerini. İçim ürperdi acaba sıra bende miydi? Gittikçe yaklaşıyordu. Diğerleri de duymaya başladı. Kıpırdanmalar başlamıştı. Sakin olmaya çalıştım ama elimde değildi.

İki dakika içinde ayak sesleri kesildi. Belli ki başımıza kadar gelmişti. Elini attı içeri doğru. Yanımdakini tutmaya çalışıyordu o hafif kenara kaçtı. Ve evet ellerini hissettim. Kafamdan tuttu önce. Ardından elleri her yerimdeydi. Beni avucunun içine almış gibiydi. Artık biliyordum sıra bendeydi.

Avucunun içindeydim artık. İçeri gitti. Bir fincan gördüm o sırada. Tamam dedim bu sonum. O sırada kanepesine oturdu. Elinde bir kibrit kutusu vardı. Onun özelliğiydi bu, çakmak kullanmazdı. İçerideyken sesinden anlardık. Kutudan bir kibrit çıkardı. Artık itiraz edecek durumum bile yoktu. Kutudan çıkardığı kibriti yandaki çıkıntıya sürttürdü. Bir anda alev aldı.

Kahve yanı sigara olmuştum artık. O yanan alev önce bir ucumdan aldı beni. Sonra yavaşça içine çektiğinde duman olmaya başlamıştım bile. Ne de olsa ben bir sigaraydım. Dönüşeceğim şey ise bir parça dumandı…

Kategoriler
Genel

ayaklarım

Solumdaydı. Hafifçe dokundu omzuma. İnce narin elleri, nazik bir şekilde okşadı. Yumuşaktı badem tırnakları bordoya çalan bir renkte boyanmıştı. İçim ısındı o an. Nezaket ve şefkat vardı o dokunuşta. Sonra karşıma geçti. Elini çenesinin altına koydu beni seyrediyordu. Kocaman gözleri ela rengiydi. Yanakları al al olmuş. Ne kadar da güzel bakıyordu hiç çekinmeden, gözlerini kaçırmadan.

Kapı çaldı o esnada, ne güzel bakışıyorduk halbuki. Yavaşça oturduğu yerden kalktı dans eder gibiydi hareketleri. Mırıldandığı müzikle uyumlu. Kapıya gitti geleni tanıyordu seslenişinden anladım. İçeri buyur etti. Anlatmaya başladı usul usul. Sanki benim duymamı istemiyor gibiydi. İçim bir huzursuzlandı. Ne olduğunu anlamak için doğrulmaya çalıştım olmadı. Ayaklarımdan biri sancıyordu.

O sırada adam içeri geldi ve yanımda durdu. Şimdi korkmaya başlamıştım. Şimdi olmasaydı keşke biliyordum bugünün geleceğini ama biraz daha zamanımız olsaydı keşke. Adam kocaman kaba elleriyle dokunmaya başladı sonra ters çevirdi beni. Ağrıyan ayağıma bir darbe. Bayılmışım kısa bir süre. Gözümü açtığımda kapının ağzına gelmiştim. Tamam dedim buraya kadar benden vazgeçti. Zamanım doldu. O güzel gözleri göremeyeceğim artık, o sıcak dokunuş omzumda gezinmeyecek.

O sırada duydum adamın sesini. İki güne getiririm dedi. Yarın öğlenden sonra olmaz mı? Diye sordu. Elimde iş var ama diye ekledi adam. Benim için çok kıymetli dedi. Şaşkındım kıymetliysem nereye gidiyordum, yarın gelmesi gereken neydi. Tamam abla dedim adam. Teşekkür etti. Sonra yine sırtıma dokundu o nazik eller merak etme güzel sandalyem yarın ayağın yenilenmiş olarak geri döneceksin senden vazgeçmeye hiç niyetim yok.

Kategoriler
Genel

Kahve Telveleri

Ocağın yanındaki tezgâhın üstündeydim. Yanıma oturdu. Bir elinde kahvesi diğerinde sigarası. Tezgah çokta büyük değildi. Bir yudum kahveden aldı, bir nefes sigaradan. Damla sakız var içinde. Mis kok yayıldı bütün mutfağa.

Gittikçe rahatlıyor rahatladıkça bir eliyle beni az az iteliyordu. Yerim vardı ama nereye kadar iteleyecekti ki? Sonra biraz daha poposunu yerleştirdi beni biraz daha iteledi. Her itelemesinde dalgalanıyor şekilden şekle giriyordum.

Biraz daha itelediğinde ocağın kenarındaki metal tabakanın kenarına dayanıyordum neredeyse. Kahvesi bitmek üzereydi. Sigarasından son bir nefes daha çekti o da bitmişti.

Sanırım biraz sonra benim için de bitecekti. Ne de olsa bir avuç kahve telvesiydim. Cezveye kahveyi dökerken bir parça kenarına dökülmüştüm. Aşağı attı kendini tezgahtan. Lavaboya gitti. Birazdan bir bez parçasıyla geri döndü. Bir savuruşta aldı beni. Birazdan bir bez parçasının içinden lavabonun içine su borusuyla beraber ekecektim.

Ne de olsa bir avuç kahve telvesiydim.

Kategoriler
Genel

pencere

İyice görebileceğim şekilde yerleştim pencerenin önüne. Gözümün alabildiğine bakıyordum. Uzağa, yakına her nereye olursa. Ağaçların dallarında kuşlar. Yuva yapıyor bir tanesi. Heyecanlanıyorum onu görünce. İçim dikleşiyor birden. Bir şeyler topluyor dişi kuş dedikleri bu olsa gerek. Küçük küçük parçalarla yuvasını yapıyor. İzliyorum.

Yok yuvasını yapmış minik minik ekmek parçaları topluyor. Biraz daha dikeldim oturduğum yerden üç tane küçük bir şey var. Belli ki bunlarda yavru kuş dediklerinden. Minicik ağızlarını açıp annelerinden alıyorlar küçük lokmaları. Ne kadar da mutlu gözüküyorlar. Mutlu mu? Bilmem mutluluk diye bir şey var dünyada öyle anlıyorum ya da ben. Tekrar kanatlanıyor anne kuş. Bir çırpıyor kocaman kanatlarını, o çırptıkça ben biraz daha heyecanlanıyorum. Hiç anlamadığım bir dürtü içimdeki.

Tekrar geliyor anne kuş, miniklerin ağızlarına lokmaları koyarken bağırmaya başlıyor deli gibi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. O sırada bir kedi tırmanmış ağaca neredeyse yaklaşacak. Ama küçük kuşlar var orada. Anne daha da büyükçe açıyor kanatlarını kedi yukarı çıkmakla çıkmamak arasında kalıyor.

Ne yapmalıyım karar veremiyorum o an. Az önce izlediğim küçük yavrular gözümün önünde ama ben de bir kediyim sonuçta. O sırada kedinin ayağı kayıyor ve aşağı hoop düşüveriyor. İçimdeki dürtüyü şimdi daha iyi anlıyorum. Ne kadar inkar etsem de o ağaca ben de tırmanıyor alabilirdim. Sonuçta kediyim.